Dünyayı etkisi altına alan COVID-19 salgını hızını arttırarak devam ederken uzmanlar Türkiye’de sürecin şeffaf işletilmediğini ve bilgi paylaşımı yapanlara yönelik baskı olduğunu ifade ediyor. Uluslararası Şeffaflık Derneği’nden Oya Özarslan’a göre yetkililer süreçte yeterince şeffaf davranmazken Türk Tabipler Birliği, mevcut bilgi paylaşımın salgınla mücadelede etkin ve yeterli olmadığı görüşünde. Deniz Barış
“Bu şekilde salgınla mücadele mümkün değil” Türkiye’nin salgınla ilgili bilgi paylaşım mekanizmasını yetersiz bulan Türk Tabipler Birliği (TTB), daha önce sahadan gelen bilgiler ile bakanlığın vermiş olduğu bilgilerin çeliştiğini açıklamış, salgının kontrol altına alınması için hükümeti iş birliğine çağırmıştı. TTB yetkilileri, salgına ilişkin verilerin bakanlık aracılığıyla kamuoyuna tüm şeffaflığıyla açıklanması bir yana, yerel yönetimler ve meslek odaları ile bile paylaşılmadığına işaret ediyor. Salgınla ilişkili verilerin kamuoyundan önce ilgili yetkililere açıklanması gerektiğine vurgu yapan TTB İkinci Başkanı Ali Çerkezoğlu, “Bundan imtina edilmemesi gerekiyor. Bu meselede veri saklamaya, korumaya ve buna enerji harcamaya gerek yok. Sürekli bir gizem var. Sürekli akşam rakamlar açıklanıyor. Bilgi paylaşımı kaç hasta ve kaç test ile sınırlı. Salgınla mücadelede doğru yöntem bu değil” değerlendirmesini yapıyor. Sürecin, 83 milyonun aktif şekilde katılması gereken bir süreç olduğunun altını çiziyor. Çerkezoğlu’na göre bakanlığın oluşturduğu bilim kurulu ve kurduğu mekanizmalar uygun ve yeterli değil, karantina uygulamalarında keyfilik var, uygulamalar usulüne göre yapılmıyor, sayılarda tutarsızlık var. Yeteri kadar testin yapılmadığını belirten Çerkezoğlu, “Bu şekilde salgınla mücadele etmek mümkün değil” diyor. TTB’nin talebi, gerekli kurulların sürece katılımı, yerel yönetimlerin, ilgili meslek odalarının, halk sağlığı uzmanları derneklerinin, üniversitelerde bilim kurullarının sürecin içine dahil edilmesi, bunlarla sağlıklı bilgi paylaşımı ve iş birliği. Sansür ve veri saklama endişeleri Türkiye’de Sağlık Bakanlığı salgına ilişkin verileri zamana yayılan bir şekilde sırayla açıkladı. 11 Mart’tan itibaren önce pozitif çıkan vakalar kamuoyu ile paylaşılmaya başlandı. Ardından,19 Mart itibariyle yapılan test sayısını günlük olarak duyuruldu. Buna 27 Mart’tan sonraki süreçte gelen yoğun bakımda yatan hasta sayısı, entübe hastalar ve iyileşen hastaların bilgisi eklendi. Kamuoyunda salgının başından beri talep edilen, hangi ilde kaç vakanın görüldüğü sorusunun yanıtı ise 1 Nisan itibarıyla geldi. Halen yoğun bakım ünitesi dışında hastanelerde yataklı olarak tedavi görenler ile evinde karantinaya alınanlar kamuoyu ile paylaşılmış değil. Öte yandan “koronavirüs vakalarının halktan saklandığı” veya “yanlış bilgi yayıldığını” iddia eden çeşitli yerel gazete muhabir ve yöneticileri gözaltına alındı. Antalya’da yerel bir gazetede çalışan İdris Özyol ve Ebru Küçükaydın ile Kocaeli’nde yayın yapan Ses Gazetesi çalışanları İsmet Çiğit, Ahmet Seminer ve Güngör Aslan, koronavirüs haberleri nedeniyle gözaltına alındı; ifadelerinin ardından serbest bırakıldı. En son 3 Nisan’da gazeteci Hakan Aygün, hükümetin Milli Dayanışma Kampanyası’nı eleştirdiği Twitter paylaşımları gerekçe gösterilerek tutuklandı. Van-Hakkari ve Mardin Tabip odası başkanları virüsün yayılımıyla ilgili verdiği röportajlar nedeniyle 28 Mart’ta ifadeye çağrıldı. Gazetecilerin salgın ile ilgili yaptığı haberler sebebiyle gözaltına alınması ve hekimlerin basına verdiği röportajlar sebebiyle ifadeye çağırılması yetkililerin sansür uyguladığına dönük eleştirilere neden olmuştu. Sağlık Bakanlığı ise iddiaları kesin bir dille reddediyor. Bakan Fahrettin Koca hafta başında kendi sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, verilerinin tutarsız olduğunu beyan eden iddiaların asılsız olduğunu belirtip gerçekleri çarpıtmanın kimseye bir faydası olmadığını söyledi. “Süreç toplumun tüm kesimleriyle yürütülmeli”
Uluslararası Şeffaflık Derneği’nden Oya Özarslan, salgın ya da savaş gibi kriz ve kaos dönemlerinde bireylerin toplumun, sivil toplum örgütlerinin bilgi paylaşımı konusundaki beklentisi yoğunlaştığını ifade ediyor. Özarslan, “Biz şeffaflığı bilginin doğru yayılması ve yanlış bilginin önlenmesi en temel ilaç olarak görüyoruz. Çünkü doğru bilgi doğru kanallardan yayıldığı sürece tüm yanlış bilgiyi ve dezenformasyonu yok edecektir” değerlendirmesinde bulunuyor. Türkiye’nin salgınla ilgili bilgi paylaşım mekanizmasının yetersiz olduğuna işaret eden Özarslan, “Bilgilerin tweetler üzerinden bir kişiye bağlı olarak paylaşımın doğru olmadığını düşünüyorum. Bunun bir standarda oturtulması lazım. Test kitleri konusunda örneğin. Ne kadar kit aldık? Ne kadar sattık? Bu konularda büyük bir karmaşa yaşanıyor. Kime test uygulanacağı, hangi hallerde test için başvurabileceğiniz yeterli bilgilendirme olmadığını düşünüyorum. Her ne kadar malzeme ihtiyacımız yok dense de çeşitli sağlık kurum ve çalışanlarından sesler geldiğini görüyoruz. Bir yandan büyük bir hazırlık yapılıyor deniyor. Bu da tabii kulaktan kulağa geliyor. Bir panik var. Süreç, toplumun bütün kesimleri ile beraber yürütülmeli” diyor. Türkiye’nin salgında şeffaf davranmamasının uluslararası güvenilirlik açısından sakıncalı sonuçları olabileceği konusunda uyarıyor. “Sansür halk sağlığını tehdit eder hale geldi” COVID-19 salgınının başından itibaren İran ve Çin başta olmak üzere birçok ülke sansür suçlamalarıyla karşı karşıya kaldı, kalmaya devam ediyor. Virüsün ortaya çıktığı Çin, kendi sınırları içerisinde salgını başarılı bir şekilde kontrol altına aldığını duyursa da açık bilgi paylaşımı konusunda en çok eleştirilen ülkelerden birisi. İlk vakaların ortaya çıkmasından sonra virüsün sadece hayvandan insana geçtiğini açıklayan Çin yönetimi, bunun aksi yönde çıkan haberleri engellemekle suçlanmış; Wuhan’daki bir hastanede çalışan doktorların “virüsün insandan insana geçebildiği” uyarısı yapmasının ardından haklarında “kamu otoritesini bozmaya teşebbüs” suçlamasıyla soruşturma açmıştı. Özarslan’a göre COVID-19 salgını sürecinde otoriter rejimlerde bilgi paylaşımı mekanizmasındaki eksiklikler, önlem almayı geciktiren bir faktöre dönüştü. Çin’in Dünya Sağlık Örgütü’ne “yanlış bilgi verip” virüsün insandan insana geçmediğini söylemesi veya “sağlık personelinin hastalandığını saklamaya çalışması” gibi sansür örneklerinin aslında tüm dünya için bir tehdit haline geldiğine değinen Özarslan şöyle diyor: “Daha önce gazetecilere, aktivistlere uygulanan sansürleri gördük. Ama burada bire bir halk sağlığını etkileyen bir sansür ve yıkıcı sonuçları ile karşılaştık. Hem de tek bir ülke veya bölgede değil tüm dünyayı etkileyen bir tehlike haline geldi.”