İktidarın; sadece gazetecilerin değil, 84 milyonun sesini kısmak için çıkardığı yasa, bumerang gibi dönüp AKP’lileri vurabilir. Başkanlık sistemindeki yüzde 51 barajının, bugünlerde Saray’ın ayağına dolaşması gibi…
BÜLENT MUMAY
Türkiye sağının, atasözüne dönüştürdüğü bir şiarı vardır: “Batının iyi yanlarını alacaksın.” Bu, toplumsal mühendisliğin en kötü ve gerçekleştirilmesi en kötü örneklerinden -hatta dilek ve temennilerinden- biridir. Herhangi bir toplumsal ya da teknolojik gelişmenin iyi ve kötü yanlarının ayrılabileceğine olan inanç, rasyonalizmin reddi gibidir. Neden-sonuç ilişkisini ortadan kaldırarak, pirincin içindeki taşları ayıklar gibi Batı’nın iyi yanlarının alınabileceğine kanaat getirilir. Kuşkusuz hayata geçirilmesi imkansızdır. Bu “Çoğulcu olalım ama azınlıkları reddedelim” olarak tezahür eder bazen. Bu yaklaşım kimi zaman da “İleri demokrasi vadedelim ama toplumsal cinsiyet eşitliğini reddedelim” şeklinde muktedirleri gökkuşağına bile savaş açan bir hale getiriyor.
Batı’nın “iyi”si bile tehlikeli artık
Bu yaklaşım AKP’nin iktidarında, sonucu aynı otoriter sokağa çıkan bambaşka bir yorum kazandı. Batı’nın özgürlüklerini değil -iyi yanlarının yerine kötülerini, yani- yasaklarını ithal etmek… Bu anlayışla “Batı’nın iyi yanlarını almak” bile Erdoğan’ın ileri demokrasisi için tehlikeli addedildi. Dünyanın en demokratik, müreffeh toplumları olan Kuzey ülkelerindeki liberal yaklaşımı değil, bu ülkelerin düzenlerinden cımbızla seçilmiş yasaklar, “Bakın bunlar Batı’da da var” denerek hayata geçirildi. Alkolizm ve buna bağlı intihar oranlarının bu ülkelerde yüksek olması dayanak gösterilerek benzer bir tehlikenin oldukça uzak olduğu Türkiye’de içki içmek şeytanlaştırıldı. Herhangi bir festivalde alkol tüketmek, açılış veya davetlerde bir kadeh şarap ikram etmek, saat 22.00’den sonra içki satın almak yasa yoluyla imkânsız hale getirildi. Tamamen ayrımcılığı, nefret söylemini ortadan kaldırmak amacıyla Batı’da çıkarılan yasalar, bizim topraklara iktidara yönelik eleştirileri engellemek üzere ithal edildi. Bu minvaldeki ilk adımlardan biri “Pornoyla mücadele ediyoruz” bahanesiyle 5651 sayılı internet yasası oldu. Mahkeme kararı olmaksızın interneti sansürlemenin kapısı açılmış oldu.
2022 model Hakikat Bakanlığı
Bu alandaki yayından kaldırma, BTK aracılığıyla internet sitelerini bloke etme gibi keyfi uygulamalar da Erdoğan iktidarı için yeterli olmadı. Özellikle 2018’de Erdoğan’ın padişah yetkileriyle donatılmış Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmasının ardından, toplumsal muhalefetin görece daha özgür yapıldığı sanal aleme yönelik katı uygulamalar hayata geçirildi. Sosyal medya platformlarına yönelik düzenlemeler, internetin RTÜK’ün denetim alanına sokulması; hükümetin kontrol edemediği medyanın boğazını sıkmaya başladı. Ancak işlerin iktidar açısından daha da kötüye gitmesiyle birlikte, yine Batı’dan cımbızlanarak empoze edilmek istenen yasal düzenlemeler gündeme geldi. Nefret söylemiyle mücadele, ırkçı akımların engellenmesi için Avrupa ülkelerinde çıkarılan düzenlemeler, bu yılın başında gündeme gelen Dezenformasyon Yasası’nın kılıfı haline getirildi. TBMM’nin AKP’li Dijital Mecralar Komisyonu Başkanı Hüseyin Yayman’ın ısrarla “Almanya modelini örnek alıyoruz” diye meşrulaştırmaya çalıştığı yasal düzenleme ile sadece gazetecilerin değil yurttaşların sosyal medya paylaşımlarının da, 1984 distopyasındaki Hakikat Bakanlığı’nın denetimine tabi tutulmasının yolu döşendi. Neyin yalan, neyin gerçek, neyin dezenformasyon olduğuna iktidarın şekillendirdiği yargının karar vereceği bir yasal düzenleme hazırlandı.
Suç ve Ceza: İkisi de RTÜK’ten
Ayrımcılık ve nefret söylemini engellemek gibi bir sorumluluğu olan RTÜK’ün, LGBTİ+’lara savaş açan bir videoyu kamu spotu olarak yayımladığı iklimde, temel amacı seçimlere 8 ay kala yurttaşın en ufak bir itirazını bile hapisle cezalandıracak bir yola giriliyor. Kuşkusuz, iktidarın eski destekçilerinden biri olan ve bir dönem organize suç örgütü liderliği yapan Sedat Peker’in ifşaatları, bu yasanın hazırlanmasına ilişkin süreci hızlandırdı. 84 milyona değen yasanın Türkiye’yi açık bir cezaevine dönüştürebilecek olması, AKP ve MHP’nin içinden cılız da olsa gelen tepkilerin de katkısıyla taslağın yasalaşmasını bir süreliğine dondurdu. Ancak ekonomik krizin etkilerinin derinleşmesi, iktidara yönelik itirazların büyümesi ve en az bunlar kadar önemli olan, Sedat Peker’in yeni ifşaatlarının tedavüle girmesiyle Türkiye tarihinin en kapsamlı sansür yasası, 27. yasama döneminin son yılının 1 Ekim 2022’de açılmasıyla yeniden Meclis gündemine gelmesi bekleniyor.
Bir ihtimal daha var: İktidar değişirse…
Sokak muhalefetinin en sert biçimde bastırıldığı, geçtiğimiz günlerde hem Çağlayan hem de Kartal Adliyesi önünde Cumartesi Anneleri ve İmamoğlu davalarıyla ilgili basın açıklamalarının bile TOMA’larla engellendiği, 6’lı masanın itici gücü olan CHP’yi terörle ilintilendirmek için Mersin saldırısının bahane olarak kullanıldığı bir dönemde, “Dezenformasyon Yasası” olarak sunulan bu taslağın yasalaşmaması imkansız gibi görünüyor. Bu yasanın, AKP iktidarının kan kaybına çare olup olmayacağı büyük bir soru işareti olarak önümüzde duruyor. Ancak yasanın, olası bir iktidar değişikliğinde dokunulmazlık zırhını da yitirme ihtimali olan muktedirlere yönelik bir bumeranga dönüşmesi kaçınılmaz. “Üstü çıplak deri pantolonlular başörtülü bacımıza saldırdı”, “Dolmabahçe Camii’nde içki içtiler” gibi halkı birbirine kırdıracak tehlikeli yalanları söyleyenler de; 1987’de hizmete açılan Adnan Menderes Havalimanı’nı, 2018 yılında “Burayı biz açtık” diye sahiplenenler de; 1995’te 18’e düşürülen seçme yaşını 2022’de gençlere armağan edenler de kendilerini Silivri’de, yeni adıyla Marmara Cezaevi’nde bulabilecek.