Gazeteci Mehmet Baran Kılıç tarafından kaleme alınan bu makale, Suya Yazı isimli yazı dizimiz kapsamında yayımlanan ikinci makaledir.
MEHMET BARAN KILIÇ
Medyada yeniyim, iki senedir gazetecilik yapıyorum ancak benden tecrübeli gazeteciler kadar olmasa da ben de birçok kez sansüre maruz kaldım.
Hatta ilk kez, henüz profesyonel olarak gazetecilik yapışımın dördüncü ayında sansürlendim.
İlk kez, Boğaziçi Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesine dışarıdan ve üniversitenin tüm usulleri yerle bir edilerek atanan dekan Murat Önder’le ilgili haberim için erişim engeli kararı verildi.
8 Kasım 2022’de yayımlanan haberde, Önder’in kendisi için adrese teslim kadro ilanı açtırdığını anlatıyordum. Önder, dekan olarak atanmıştı ama kadrosu Boğaziçi’nde değildi. Çeşitli yollarla da Boğaziçi’nde kendisine kadro açtırmaya çalışıyordu. Hakkında intihal yaptığına yönelik iddialar olduğunu da yazdığım Önder ile ilgili bu habere üç gün sonra erişim engeli getirildi.
Erişim engeli kararları, iddiaları doğruluyor
Binbir emekle hazırladığım bir haberin gerçekliği sorgulanmadan engellenmesi, bana ve gazeteme söz hakkın tanınmaması ve suç işlemiş muamelesi görmek beni üzmüştü. Ancak dürüst olmak gerekirse daha sonra “erişim engeli getirildiyse demek ki bir etki yarattı” diye düşünerek kendimle gurur duydum.
Neticede gazeteciliğe yeni başlayıp usulsüzlük iddialarını yazdım, haber yayıldı ve dikkat çekti, yazdıklarım o usulsüzlükleri yaptıkları iddia edilenlere kadar gidip onları rahatsız etti. Yani haber bir etki yarattı. Erişim engeli kararı, bir noktada iddiaların gerçekliğinin bir belgesi esasında.
İstanbul Teknik Üniversitesinde (İTÜ) açılan bir kişilik araştırma görevlisi kadrosuna başvuran eski TBMM başkanı Mustafa Şentop’un oğlu, kadro sınavında ikinci oldu. Bunun üzerine ilan ve sınav, “usulsüzlük” gerekçesiyle iptal edildi. Yetmedi, bölüm ve fakülte başkan ve başkan yardımcıları da istifa ettirildi. Ardından aynı kadro ilanının kontenjanı, Şentop’un oğlunun da girebilmesi için iki kişilik açıldı. Ayrıca, Şentop’un oğlunun güçlü rakipleri kadroya başvuramasın diye de ilana özel şart eklendi.
31 Aralık 2022 ve 3 Ocak 2023’te bu durumu anlattığım haberler, özellikle 3 Ocak’taki haberimden sonra büyük bir etki yarattı ve söz konusu haberler 5 Ocak tarihli bir kararla erişime engellendi.
Haberin yarattığı etkiden dolayı, haberden bir gün sonra Şentop’un oğlunun lehine konulan madde kaldırıldı.
Haberlerden bir yıl sonra da hakkımda soruşturma açıldı ama takipsizlikle sonuçlandı.
O dönem çalıştığım Diken’deki çalışma arkadaşlarım, erişim engeli kararı getirecek bir haber yaptığım için tebrik etti beni. Orada çalışan bir meslektaşım da erişim engeli kararlarını ‘şeref madalyası’ olarak tanımlıyordu.
Erişim engelinin dışında ‘bazı kelimeleri içerikten çıkarma’ diye bir sansür çeşidi var. Haber duruyor ancak bazı kelimeleri sansürlemeniz isteniyor..
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeğeninin eşinin Boğaziçi Üniversitesi Vakfı’na mütevelli heyeti üyesi olarak atanmasıyla ilgili haberim için böyle bir karar verildi.
Hakimler, engellenmesi istenen haberleri incelemeden karar veriyor
Uzaktan bakıldığında sansür hep belli başlı haberlere uygulanıyor gibi görülebilir. Ama sansür kararlarında bir örüntü veya onaylamasak bile anlaşılabilir bir işleyiş yok.
Üst düzey siyasi kişiliklerle ilgili güncel haberler de sansürleniyor, kimsenin hatırlamadığı 1990 tarihli haberler de.
Hilal Kaplan, kendisiyle ilgili haberlere erişim engeli kararı aldırırken arada meteoroloji haberini de engelletiyor, Metin Cihan’ın tamamen açık kaynaklara dayanarak yaptığı İsrail’le ticaret paylaşımlarına da.
Sulh ceza hakimlikleri zaten önüne gelen linkleri engellediği gibi bir de Milli Piyango İdaresi, Türkiye Futbol Federasyonu, hatta Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunun dahi erişim engeli getirme yetkisi var.
Kaldı ki hakimliklerin erişim engeli talep edilen haber ve paylaşımları detaylı bir şekilde incelediği bile tartışılır.
Mesela Ekşi Sözlük’e erişim engeli getiren hakim, aynı gün 95 farklı dosyada da karar vermiş. Yani o gün neredeyse her beş dakikada bir karar çıkarmış.
Sansürlenen haberler daha çok yayılıyor
Peki, haberin öznesi olan bu kişiler, neden haberlerin kaldırılması veya kendi isminin içerikten çıkarılması için uğraşıyor? Çünkü bu sayede konunun unutulacağını, haklarındaki bu iddiaların sanki hiç ortaya atılmadığı algısının oluşacağını zannediyorlar. Ancak bu böyle değil.
Örneğin erişime engellenen ilk haberimi, Murat Önder’le ilgili haberimi ele alalım.
Arama motoruna doğrudan Murat Önder yazdığınız zaman söz konusu haberim çıkmıyor. Bu açıdan erişim engeli kararı Önder açısından amacına ulaşmış gibi görünebilir. Ancak burada unutulan bir şey var: O da internette bir kere paylaşılan bir şey kolay kolay tamamen silinemez.
Erişim engeli kararı hemen hayata geçmiyor, karar size tebliğ edildikten sonra bunu uygulamanız için dört saat veriliyor. Ben de bu süreçte haberlerimi internette arşivleyerek tamamen yok olmasını önlüyorum.
Bunun haricinde konuyla ilgili yapılan çok sayıda sosyal medya paylaşımı, benim haberimi kaynak göstererek yapılan haberler var. Şentop haberlerim mesela televizyon kanallarında anlatıldı, o anlar YouTube’a, sosyal medyaya düştü.
Bir de Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) ile İfade Özgürlüğü Derneği’nin (İFÖD) Free Web Turkey ile EngelliWeb gibi çalışmaları var. Bu yayımcılar, ilgili haberlerin sansürlendiğini duyurarak hem tarihe not düşüyor hem de hafıza kaybını önlüyor.
Yani aslında sansür, haberdeki özneler için başarılı bir sonuç vermiyor.
Aksine, bir habere erişim engeli geldiği zaman o haber daha çok dikkat çekiyor. Normalde o haberi daha önce hiç duymayanlar bile merakla haberi araştırıyor ve haber daha çok yayılıyor.
Sansür aracı olarak soruşturma ve dava
Sansür, yalnızca erişim engeli ve içerikten çıkarma kararlarıyla sınırlı değil. Gazeteciler hakkında açılan soruşturma ve davalar da bu sansürün farklı bir yolu. Bu davalarla gazetecilere gözdağı veriliyor.
Ege Üniversitesinde açılan adrese teslim bir kadro ilanıyla ilgili haberlerim sonrası ifadeye çağrıldım.
Şikayet, takipsizlikle sonuçlandı. Zaten şikayetçi öyle bir dilekçe yazmış ki benim haberlerimi doğrulamış adeta. Ancak iş yerime polislerin geldiği ve hakkımda davaların açıldığı da oldu.
Şikayetçiler, bu yargısal süreçlerden sonra bir daha haber yapmayacağımızı zannediyorlar ancak yanılıyorlar.
Haberlerinden dolayı hapse giren meslektaşlarımızın haberciliğe ısrarla devam ettiği bir ortamda hakkımızda dava açıldığı için haberciliği bırakmamız beklenemez.