18 yıllık AKP iktidarı şunu gösterdi ki, gösterilen silah mutlaka sahnede patlıyor. O kılıç, kınına bir daha asla girmiyor. Hükümetin bu düzenlemeyi; parça parça, genelgeler ya da fiili durum yaratarak hayata geçirmek isteyeceği aşikâr
Aynıyla vakidir: Güvenlik ihtiyaçları, kitleleri otorite figürünün çevresinde kenetler. Bu genelleme, bu topraklarda tecrübe ile de sabittir. Son örneğini yakın bir tarihte, 2015’teki çifte seçimlerde yaşadık. AKP’nin ilk kez tek başına hükümet kuramadığı 7 Haziran seçimlerinin ardından terör aniden hortlamış; Suruç’dan Ankara Tren Garı’na çok sayıda katliamda yüzlerce insanı can vermişti. Ülkenin kan gölüne dönmesinin ardından 1 Kasım’da yenilenen seçimlerde kitleler güvenlik endişesiyle AKP’yi yeniden tek başına iktidara taşımıştı.
Tüm dünyayı ve elbette Türkiye’yi de etkisi altına alan Koronavirüs salgınının da benzer bir etkisi olabilir. Kitleler, kendilerini bu beladan kurtarabileceklerini düşündükleri en güçlü siyasetçilere yönelme eğilimi gösterebilir. “Krizi fırsata çevirmek” isteyen liderlerin de, salgını hem güçlerini hem de toplum üzerindeki otoritelerini artırmak için kullanmaları da kuvvetle muhtemel. Salgın, 2019 yerel seçimlerinden bu yana kan kaybeden ve meşruiyet krizi yaşayan 18 yıllık AKP hükümeti için de böylesi bir fırsat. Kendi yurttaşlarına maske dağıtamazken “büyük devlet” algısını pekiştirmek için İtalya’dan İngiltere’ye, bizden çok daha güçlü ülkelere Saray forslu yardımlar göndermek gibi hamlelere tanık oluyoruz.
Böyle “torba” 12 Eylül’de görülmedi
Salgının yarattığı toz dumandan faydalanmanın başka yolları da var. Gündemin Koronavirüs’e kilitlenmesi nedeniyle, normal zamanlarda büyük tepkilere yol açabilecek düzenlemeleri hayata geçirmek, salgının gölgesi altında otoriterliği yükseltecek yeni adımlar atmak gibi… Bunun için Erdoğan’a çokça benzetilen Macar lider Orban’ın yaptığı gibi parlamentonun yetkilerini askıya almaya da gerek yok. Çünkü Türk tipi başkanlık sistemiyle zaten ülke tek imzayla yönetilebilir hale geldi. Yasalar ya işlevsizleşen Meclis’ten geçiyor ya da Saray’ın kararnameleriyle tek imzalı düzenlemeler hayata geçiriliyor.
Meclis’e geçen hafta sevk edilen torba kanun, infaz yasasındaki değişiklikler ile Saray kararnameleri “krizi fırsata çevirme” peşindeki iktidarın son hamleleri. İnterneti boğma girişimi, Davutoğlu’na yakın Şehir Üniversitesi’nin tamamen kapatılmasına yönelik adımlar aynı “torba”ya atıldı. 12 Eylül uygulamalarını hatırlatan, istihbaratçılara hükümlü ya da tutukluları 14 gün süreyle “sorgu için alıkoyma” yetkisi verilmesi, AKP’lilerin ballı KİT üyeliklerinden aldıkları çifte maaşların vergisinin de devlete ödetilmesi, infaz sistemi değişikliğinden sırf tutuklu gazeteciler yararlanamasın diye “MİT kanununu ihlal edenlerin” kapsam dışına alınması Korona gölgesiyle atılmış adımlardan bazıları…
“Denetim”e kolluk kuvvetleri eşlik edecek
Yukarıda sıraladığım adımlar, elbette özgürlükleri daraltmaları açısından sıkıntılı. Ancak Koronavirüs ile mücadele kapsamındaki yeni yasal düzenleme paketine sosyal medya ağlarının da dâhil edilmesi, hükümetin otoriterliği yükseltmek için yakın zamandaki en faşizan girişimi. Torbadan gece yarısı hamlesiyle son anda çıkarılan düzenleme ne getiriyordu, kısaca ona bakalım…
Bilgi Teknolojileri ve iletişim Kurumu (BTK), sosyal ağları denetlemek için “olay mahallinde” denetim yapabilecekti. Kolluk kuvvetleri de BTK’nın bu “denetim”ine eşlik edecek. Sosyal medya ağlarının, devletin “tebligat, bildirim ve taleplerinin” yerine getirilmesi için Türkiye’de temsilcilik açması zorunlu olacaktı. Sosyal medya şirketlerini kıskaca alma hamleleri bununla da bitmiyor. Kullanıcılar da aynı cendereye sokuluyordu. Facebook, Twitter gibi sosyal medya ağları, kullanıcılarının iletişim bilgilerini “doğrudan erişilebilir” şekilde sitesinde yerine getirecekti. Yani herkesi fâş edeceklerdi. Devletimizin beğenmediği içerikleri de 24 saat içinde çıkaracaklardı. Devlet “tak” diyecek, sosyal medya şirketleri “şak” diye yanıt verecekti. Ya yapmazlarsa? Kriz zamanlarında yasa dışı olarak yapılan bant hızını yüzde 95’e kadar düşürme yetkisi devreye girecekti. Özetle geleneksel medyayı mali ve adli yöntemlerle zapturapt altına alan devlet, istediği zaman alternatif medyanın fişini de çekecekti. Para cezalarıyla da sosyal medya ağlarına ekonomik darbeler vuracaktı.
İnternet sansürü neden şimdi gündeme geldi?
Peki sosyal medyayı boğma operasyonu neden şimdi gündeme geldi? Yasalaşmasa da böyle bir düzenleme neden gündeme alındı? Nasıl bir “ihtiyaca” cevap verecekti? Birden çok sebepten söz edebiliriz. Ancak tümü, Erdoğan’ın liderliğinin aşınmasını önleme çabasına işaret ediyor. Eskiden yerel ya da genel seçimlerde AKP oy kaybederken, Erdoğan’ın liderliğine destekte önemli bir düşüş gözlenmiyordu. Saray’ın oyu, iktidar partisinden en az 10 puan yüksek görünüyordu. Korona’nın henüz gündeme oturmadığı şubat ayında Metropoll’ün açıkladığı “güven onayı” anketi, Erdoğan’a desteğin 7 Haziran seçimlerinden bu yana en düşük seviyeye düştüğünü ortaya koyuyor. Erdoğan’a görev onayı verenler, milliyetçiliği gazlayan Suriye operasyonu gibi hamlelere rağmen yüzde 41.9’u gösteriyor.
Ekonomik krizin etkilerinin her geçen gün artması, Koronavirüs’ün bu alanda çarpan etken olması yüzde 41.9’u da aratabilir. Toplumda yükselen homurdanmayı, güçlenen muhalefeti bastırmak için geleneksel medyayı kontrol etmek tek başına yeterli görünmüyor. Özellikle salgının ekonomik yansımalarının, bugünlerde değil “işten çıkarma yasağı”nın sona ereceği 3 ayın ardından görülmesi bekleniyor. Üretimi duran, kepenkleri indiren işletmelerin, devlet katkısıyla bile ne SGK primi, ne de maaşları ödemesi mümkün. Tam da böyle bir iklimde Koronüvirüs’le mücadele paketi adı altında Meclis’e gönderilen torba yasaya, internetin fişini çekme yetkisi eklemek istediler.
RTÜK piste çıkmaya hazırlanıyor: Geçit vermeyiz!
Türkiye’de dijital özgürlük, 5651 sayılı yasayla ilk büyük darbeyi almıştı. Devlet kurumlarının, bu yasanın bile vermediği yetkileri kullanarak interneti boğduğuna hep birlikte tanık olmuştuk. İnternetteki TV yayınlarının da RTÜK’ün yetki alanına sokulması, ana akım televizyonların dışındaki dijital platformları da Saray’ın denetimine sokma çabasıydı. Torba yasadan son anda çıkarılan düzenleme, bugüne kadar atılan otoriter adımların tamamlayıcısı gibi görünüyordu. Yasanın Meclis’te görüşüldüğü günlerde Netflix’in yakında gösterime sokacağı Aşk 101 adlı dizinin, “Osman” adını taşıyan eşcinsel bir karakter yüzünden taşlanmaya başlaması tesadüf değil. Bugüne kadar yetkiyi almalarına rağmen dijital platformlarla ilgili bir adım atmayan RTÜK’ün “Aşk 101” dizisinin gündeme gelmesi üzerine durumdan vazife çıkarması da hiç şaşırtıcı değil. RTÜK Başkanı, gericiliğin kalesi Akit’e verdiği “özel mülakatta” gelmekte olan sansürü şöyle müjdeliyordu: “Toplumumuzu rahatsız edecek bir içeriğe geçit vermeyiz.”
18 yıllık AKP iktidarı şunu gösterdi ki, gösterilen silah mutlaka sahnede patlıyor. O kılıç, kınına bir daha asla girmiyor. Hükümetin bu düzenlemeyi; parça parça, genelgeler ya da fiili durum yaratarak hayata geçirmek isteyeceği aşikâr. “Toplumu rahatsız etmek” gibi muğlak ifadelerle özgürlüklerin kısıtlandığı yeni bir aşamaya geçiyoruz artık. İktidarın son hamlesiyle, yarın atacağınız bir tweet de aynı gerekçeyle devlet zoruyla kaldırtılacak. AKP hükümetinin güvenlikçi politikalarında koçbaşı işlevi gören Soylu’nun güçlenerek koltuğa oturduğu bir dönemde sokaklar kadar dijital medyanın da boğazı sıkılacak.