Otoriter devletlerin uyguladığı sansürlerin yanı sıra, sosyal medya şirketlerinin de uyguladığı sansürlere karşı, doğru haber yapımı ve yayılması için neler yapılabileceği ve talep edilebileceği tartışıldı
Dün akşam MLSA Eş-Direktörü
Veysel Ok moderatörlüğünde Zoom üzerinden gerçekleştirilen ve MLSA Youtube kanalında paylaşılan canlı yayında CHP Yüksek Disiplin Kurulu Üyesi Avukat
Gülşah Deniz Atalar ve Avrupa Basın ve Medya Özgürlüğü Merkezi (ECPMF) bünyesinde Medya Özgürlüğü Acil Müdahale Koordinatörü
Gürkan Özturan konuşmacı olarak katıldı.
[embed]https://www.youtube.com/watch?v=8Q_khNKHh4k[/embed]
Atalar: “Hukuki yollarla dahi sosyal medya şirketleri temsilcilerine ulaşılamıyor”
Sözlerine, sosyal medya şirketlerinin devletleştiklerini düşündüğünü belirterek başlayan avukat Veysel Ok, bu konudaki görüşlerini paylaşması için ilk sözü avukat Gülşah Deniz Atalar’a iletti. Ok’un görüşüne katılan Atalar, ayrıca bu şirketlerin devletleştikçe sansür mekanizmalarını da içselleştirdiklerini düşündüğünü söyledi. Özellikle 2020 yılında yapılan yasa değişiklikleri sonrası sansürlerin arttığından ve mahkeme kararlarının daha çok uygulanmaya başladığından bahseden Atalar, muhalif haber sitelerinin, özellikle Kürtçe haber yapan sitelerin veya hesapların engellendiğini belirterek, ifade özgürlüğüne aykırı karar verildiğinin bilinmesine rağmen erişim engeli kararı getirildiğine dikkat çekti.
Trol adı altında birçok hesap üzerinden yapılan şikayetler ile hesapların kapatılabildiğine değinen Atalar, Facebook üzerinden örnek vererek, dolandırıcılık, çocuk istismarı vb. problemlerle karşılaşıldığında, şikayet taleplerine bakan birinin olmadığını, hukuki olarak dahi iletişime geçebilecekleri birinin bulunmadığından bahsederek: “Bu yasa yürürlüğe girdiğinde, bize vaat edilen şey, tüm taleplere cevap verecek bir iş gücünün oluşturulacağı ve bununla beraber vergi alınacağıydı. Şu an hukuki başvuru yapsanız bile bir cevap alınamıyor” dedi. Atalar, sosyal medya şirketlerinin, RTÜK gibi engelleyici unsurlar haline geldiğini düşündüğünü söyledi.
Anayasa Mahkemesinin son yayınladığı karara göre bir yıl boyunca
engellemeler hakkındaki hiçbir başvuruyu gündeme almayacağını belirtmesini olumlu bulmayan Atalar, Anayasa Mahkemesinin, dokuzuncu madde nezdindeki kararı, sansür mekanizması olarak
gördüğünü hatırlattı. Türkiye’nin bir sene içerisinde seçime gideceğini ve bu süreçte basın ve ifade özgürlüklerinin yanı sıra haber alma ve haber yapma haklarının kısıtlanacağını ve hukuki başvuru yolunun olmayacağına değinerek, diğer bütün başvuruların ihlal olarak sayılacağını belirtti.
Özturan: “Sansüre karşı sivil toplum kuruluşlarının rolü büyük”
Atalar’ın ardından söz alan gazeteci Özturan, sivil toplum kuruluşları ile küresel teknoloji şirketlerinin oldukça iyi ilişkiler içinde olduğunu belirtti. Bu şirketlerin, sivil toplum faaliyetlerinden yararlanarak, hem kendi hizmetlerini yaydığını hem de ticari alanda
kullanılabilecek ortamı da yarattıklarından bahsederek, bu faaliyetlerin her zaman olumlu sonuçlar doğurmadığını da söyledi. Sivil toplum kuruluşlarının, mağdur kişilerin seslerini yükseltmeye yardımcı olduklarında, sosyal medya şirketleri tarafından dikkat çekildiğine ve çözüm alındığına değindi. Sivil toplum kuruluşları, aktivist yurttaşlar ve basın özgürlüğü alanında çalışan kişilerin, engelleyici ve kısıtlayıcı yasaları hedef alacak şekilde birlikte hareket etmeleri, farkındalığı arttıracak, ses getirecek ve iletişimi sağlayabilecek ortamları yaratmaları gerektiğini düşünen Özturan, sözlerine şöyle devam ediyor: “Sosyal medya şirketlerini düşmanlaştırmak doğru değil, bu şirketlerin mecralarına ve kullanıcılarına karşı yaklaşımı dönüştürebilecek şekilde adımlar atmak gerekiyor, çünkü iletişim kurmak adına bu mecralar hala çok önemli bir rol oynuyor. Ancak, vazgeçilmez değiller. Çünkü iktidarla bu şekilde işbirliği halinde gitmeye devam ederlerse, adım adım kendilerine duyulan güveni kaybetmeye başlayacaklar. Bu mecralar, yalnızca iletişimin o mecrada döndüğü sürece kıymetliler.”
Sosyal medya mecralarını dayanışma içerisinde kullanmanın da bir çözüm olduğunu belirten Özturan, kısıtlanan veya engellenen bir gazetecinin, diğer meslektaşlarından mutlaka dayanışma görmesi gerektiğini, ancak Türkiye’de bunun zor olduğuna değindi. Afrika ülkelerindeki uygulamalara özel ilgisi olan Özturan, Uganda seçimlerinde uygulanan engellemelerin, iktidarın seçimi tekrar kazanmasında önemli rol oynadığını, bu tarz ülkelerde yaşanan örneklerin Türkiye’de yaşanmaması için bir gerekçe görmediğini söyledi. Buna karşı önerdiği çözüm önerisinin ise, toplumsal muhalefete, hak ve hürriyetler çerçevesinde bir araya gelmiş olan habercilerle, aktivistlerle, sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte ses çıkarıldığı nokta olduğuna dikkat çekti.
Sosyal medya mecralarının algoritmalarının değiştirilebilir olmasının ortaya çıkması ile kişiler hakkında, özellikle trol hesaplar ile karalama kampanyaları veya haberleri yapıp, doğruluğu veya yanlışlığı sorgulanmadan kişilerin sosyal medyadan ve hatta toplumsal yaşamdan elini çektirebiliyorlar. Bu konuda Özturan, etik yayıncılık ilkeleri doğrultusunda, dijital mecraların basın özgürlüğü kurumlarıyla bir araya gelerek, haber niteliği taşıyan içeriklerin nasıl öne çıkarılabileceği veya hangi içerikle dikkatle ele alınmalı konularını değerlendirmeleri gerektiğini söyledi.
Google’ın yayınlamış olduğu şeffaflık raporu değerlendirildi
Google Şeffaflık Raporunu değerlendiren avukat Atalar ve gazeteci Özturan arasında sözü önce Atalar alarak, rapora göre 6.2 milyon içerik kaldırıldığını, bu içeriklerin yaklaşık iki milyon kadarının çocuk güvenliği ihlali olduğunu, bir kısmının da Youtube’dan kaldırılan içerikler olduğunu söyleyerek, Türkiye’nin erişim engeli taleplerinde dördüncü sırada olduğuna dikkat çekti. 2011 yılından bu yana, Türkiye’deki resmi rakamlara göre mahkemelerden toplamda 15 bin 152 adet içerik kaldırma talebi alındığına değinerek, Youtube engelleri konusunda, bireysel engellerden çok, kullanıcıların makine engelleriyle karşılaştığını söyledi.
Özturan ise, sözlerine raporu eleştirdiğini, özellikle yazım şeklini beğenmediğini söyleyerek başladı. Youtube üzerinden yapılan engellerin yaklaşık %94’ünün makine tarafından tespit edilmiş olduğunu, bu yüzden %6’lık kısmı ile daha çok ilgilendiğini belirten Özturan, mahkeme kararı ile kaldırılan içeriklerinin sebeplerini merak ettiğini, buna dair %57’si hakaret, %19’u kişisel hayatın gizliliği, %10’un ulusal güvenlik ile alakalı engeller olduğunu, geri kalanı hakkında ellerinde kesin verilerin olmadığını söyledi. Kişisel hayatın gizliliği veya hakaret olarak kodlanan içeriklerinin bir kısmının ise basın özgürlüğünü engellemek adına kullanıldığını belirtti.
Panelin sonunda izleyicilerin sorularına da yer veren avukat Veysel Ok, konuşmacılarımıza katılımları için teşekkürlerini ileterek paneli sonlandırdı